Tuesday, February 10, 2009

Turkiye Tarihinin En Onemsiz Secimleri (Subat 2009)

29 Mart 2009'da yapilacak olan yerel secimler, Turk demokrasi tarihinin en onemsiz secimlerinden biri olacaga benzer. Soyle hizli bir tarihsel tarama yapacak olsak, benzer onemsizlikte secimlere ornek olarak 1984 ve 2004 yerel secimlerini sayabiliriz. Onemli secimler nelerdi derseniz, 1989, 1994, 1999 yerel secimleri ve butun genel secimleri onemli secimler olarak addedebiliriz.

Onumuzdeki secimlerin bir kirilma noktasi olacagini umanlarin aksine tarihcilerin bu secimleri onemsiz olarak nitelendirmelerinin birinci sebebi, yerel secimleri hak ettikleri yere yerlestirmeleri olacaktir. Adi uzerinde yerel secimler gunun sonunda yol-boru dosemek ve havayi temizlemekle ilgilidir ve ne zaman farkli yorumlansalar, olmadik travmalara yol acmislardir. Bazi medya kuruluslarinin ve cikacak kaostan rant saglamayi uman bazi siyasi girisimcilerin beklentilerinin aksine bu secime secmenlerin en az yuzde 25'i sandiga gitmeyecek, gidenlerin yuzde 75'i de enflasyon, issizlik, ekonomi, teror, laiklik gibi ulvi konular yerine "yolum var mi", "suyum var mi", "havam temiz mi", "yokluga dusecek olsam bir tas corba veren var mi" gibi daha fani saiklerle oy vereceklerdir.

CHP kurmaylarinin bir kez daha "laiklik elden gidiyor" ekseni uzerinden strateji gelistirdiklerini ancak Gursel Tekin engeline simdilik takildiklarini gormekteyiz. Yanli yansiz butun anketler secime uc gun kala CHP oylarinda ongorulen patlamanin gerceklesmedigini gorunce "laiklik elden bir kez daha gidecek"; olmadi mi "AKP'nin yuzde 47 almasini engellemeliyiz"
kampanyasina gecilecektir. Bunun bir takim secmen uzerinde son derece etkili bir soylem oldugunu deneyim gosteriyor ama boyle bir adimin net getirisi spekulasyonlara acik.

Ersin Kalaycioglu 12 Ocak 2009'da Radikal'de yazdi,
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&ArticleID=916578
AKP 29 Mart secimlerinin galibi olacaktir. En fazla belediye baskanligini kazanan parti AKP'yken, Il Genel Meclisi'nde aldiklari oylarin da yuzde 42'nin hatta yuzde 45'in altina dusmesini beklemeyelim. Kampanyanin gidisatina bagli olarak yuzde 47 citasi bir kez daha zorlanabilir ve AKP secmeninden bir kez daha onay alir.

Kalaycioglu hocamizin deginmedigi bir konu da CHP'nin 29 Mart Zaferidir.
Buyuk olasilikla CHP yuzde 22-23 civarinda bir oy alacak ve parti 1995'te aldigi oyun yaklasik uc katina cikarak Baykal yonetiminin ne kadar basarili oldugunu kanitlayacaktir. Bu arada Istanbul ve Ankara kaybedilmis olabilir ancak Kadikoy, Besiktas, Bakirkoy ve Avcilar'in elde tutulmasi partinin Sevigen cizgisinin ne kadar dogru olduguna isaret olacaktir.

MHP'nin yuzde 15-17 civarinda oy oranini korumasi ve ongorulmedik bir iki belediyeyi kazanmasi bu partinin de cizgisinin dogru oldugunu bizlere gosterecektir.

Boylelikle gidisattan memnun olmayan biz secmenlerin ongorulerinin ne kadar yanlis oldugu tarih tarafindan bir kez daha gosterilecektir. Eger bir ulkede secmenlerin yuzde 90'i bir onceki tercihlerinden vazgecmiyorlarsa, sorun onlarda degildir.

Ha, son yirmi yilda ulkenin butun kaynaklari yagmalanmis olabilir.
Belediyelerle iliskili menfaat ceteleri hem sag hem sol kanatlardan butun bunyeyi sarmis olabilir. Yoksulluk utanilacak bir durum, cozumu ise sadaka dagitimi haline gelmis olabilir. Insanlarin gelecekten umutlari kalmamis olabilir, ama Beatles'in unutulmaz sarkisinda oldugu gibi, "hayat devam etmektedir".

Sizlerin onumuzdeki secimlerde en dogru olani yapmalarini dilemekteyim.. Benim icin en dogrusu copumu en iyi toplayan, hirsizligini en az gozume sokan, gorgusuzlugunden en az rahatsiz oldugum kisiyi 20 santimlik pusulada arayip bulmaktan gecmektedir.
Vatanseverlik Ustune...

.... Ikincisiyse, Davos'ta yasananlarin bicimsel sorunlari olsa dahi Turk kamuoyunda onay gordugunu artik idrak etmemiz gerek. Bu sabah kose yazarlarinin cogunun bu cikisi destekledigini goreceksiniz, kose yazarlari toplumun haleti ruhiyyesini iyi sezen kisiler oldugundan ruzgara karsi isememeleri, kamuoyunun ne yonde dusundugunu acikca gostermektedir.

Aramizdan bazilarinin "biz ....olarak kamuoyunun onaylamadigi cikislarda bulunduk ve tarih bizi hakli cikardi" diyebilir. Ama o cikislarin arkasinda ciddi bir bilgi birikimi, kayda deger bir bilgilendirme cabasi ve kamuoyunda sagduyunun sesi olma kaygisi yatiyordu. Bu son krizde herhangi bir caba harcamadan dogrudan Basbakan'i suclama cabasina girilmesi, ....kamuoyu olusturma islevini sorgulamamiza yol acar.

Kamunun begendigi herseyin iyi oldugunu soyleyecek degilim. Hele kamunun kayda deger kismi Maya Arakon hocanin belirttigi sekilde vandalizme kolayca sapmak egilimindeyse... Ama vatansever olmak, vatani icindekilerle beraber kabul etmeyi gerektirir. Vatandaslariniz yuzunden vataninizdan vazgecebiliyorsaniz, vataninizla problemli bir iliskiniz var demektir.
Siyasal gorusu ne olursa olsun ben vatanseverligi (patriotism) herkesin ortak paydasi olarak gorme egilimindeyim. Benim vatansever olmak icin cok fazla nedenim var, dedemin Istiklal madalyasindan baslayip babamin Anadolu'da hakim olarak gecen 20 yilindan bahsedebilirim ya da bugune kadar bu vatanin bana sagladigi olanaklarla Devlet okullarinda bila bedel okuyup kendim olabildigim icin kendimi borclu saydigimi soyleyebilirim.

Turkiye'de yasanan herseyi onayladigimi soyleyemem. Hepimizi sarmakta olan kasaba muhafazakarligini, iktidar partisinin soz dinlemez otoriterligini, "muassir medeniyete ulasma" iddiasindan vazgecilmesini, tore cinayetlerini, kadinlara ve azinliklara yapilan baskilara, nevzuhur burjuvazinin gorgusuzlugunu, gencligin her gun yuzyuze geldigim ataletini ve bir cok seyi kabul edemiyorum. Ama degistirmeye caba harcanmasi gerektigini dusunuyorum.
Rakel Dink'in yurek daglayan sozunu hatirliyorum, "bir bebekten bir katil yaratmak"... Bize rahatsizlik veren herkes, bir zamanlar bebekti ve onlari bu hale getiren mekanizmalar sorgulanmalidir. Vatansever aydinlarin gorevi, terk edip gitmek degil; degistirmeye calismaktir.

Eger ...., "ya sev ya terk et" diyenlere "seni bile seviyorum ve seni bile degistirecegim" iddiasiyla yanit vermiyorsa; ulkesini terk etmek bu kadar kolay gelen insanlardan olusuyorsa; bunu da sorgulamamiz gerekiyor.
Gazze'nin Düşündürdükleri (Aralık 2009)

Gördüğüm kadarıyla savaş sadece Gazze’nin sokaklarında değil, başta Türkiye olmak üzere üçüncü ülkelerin medyasında da yaşanıyor. Türk medyasının şiddet ve kana düşkünlüğünü kanıksamaya başlamıştım ama bu son 15 günde yapılan şiddet pornografisinin düzeyi sosyal psikologları kaygıya boğmalı bence. İçimizdeki mazoşist bireyi bile rahatsız edecek derecede bir görsel kirlenme televizyonlardan ve gazetelerden üzerime fışkırıyor ve akl-ı selime yer bırakmıyor.

Gazze’de yaşananlardan dolayı üzülmemem ya da realist dış politika hesapları arasında bebekleri yok sayılabilir elemanlar varsaymam mümkün değil. Gördüğüm her bebek/çocuk/kadın fotoğrafı içimden bir şey kopartıyor ve Gazze’de olanlara arkamı dönmeme yol açıyor. Bir yandan da düşünüyorum bir çok yerde bu konuda derin bir sessizlik olmasının nedeni bu çamur yağmurunun altında gözlerini kapalı tutma çabası mı? Farklı görüşlere ve yanlışlanmaya önem veren bireyler olarak konu üzerinde düşünürken acaba İsrail’i haklı çıkaracak bir cümle kurabilme olasılığını mı kendimize yediremiyoruz? Gördüğümüz bebek cesetleri mi bizi genel geçer bilgiyi ve ülkemizdeki hamaseti sorgulamaktan uzak tutuyor bizi?

Büyük olasılıkla yaşanan acıların büyüklüğü ve neredeyse elle tutulabilirliği konuyu söylem-tartışma dışı bir yere oturtuyor. Oysa acı çekebilmek, empati duyabilmek ve tartışabilmek aynı vücutta yer alabilmeliydi.

Defalarca bu konuda bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm, defalarca da yeşil emzikli bir bebek cesedi geldi gözümün önüne ve yazamadım. Yazmak/düşünmek sorgulamaktır ve kendinizi birden ruhsuz reel politika uzmanlarınızdan biri olarak bulabilirsiniz. Örneğin Newsweek (Türkçe) bu sayısında Gazze’yi tartışıyor ama sivil hedeflere saldırı konusunda tek bir cümle bulamıyorsunuz koca dergide… Ya, ölen çocuklardan/kadınlardan bahsetmeden Gazze’den bahsetmek nasıl mümkün? Irak’tan, Afganistan’dan, Güngören’den ya da Diyarbakır’dan nasıl ölen çocukları yok sayarak bahsedebilirsiniz ki?

Eğer bireylerin –Flanders tarlalarındaki gelincikler gibi- bir bomba ya da kurşunla henüz yaşanmadan sona eren yaşamlarını denklem dışında tutarsanız, nasıl anlayabilirsiniz ki?

İşte biz sıradan vatandaşların bugünlerde kendilerini buldukları açmaz bu: Kalbinin/vicdanının sesini dinleyip yargıya varmak ve sorgulamamak; ya da dış siyaset uzmanlarının ak saçlı ruhsuzluğuna bürünüp reel politika tartışmak…

Ben ikisinin arasında bir yer olması gerektiğine inanıyorum. Ne medyanın bize ilettiği/iletmeyi tercih ettiği görüntüler yargılarımızda son sözü söylemeli; ne de reel politikin ucuz hesapları… Bir şekilde kendi düşünsel yolumuzu bulabilmemiz ve vicdan rahatlığıyla bir karar varmamız gerekiyor.

Karara vermemiz gerekiyor çünkü bugün kararsız olmak en büyük günah… Gazze’de olanlar hakkında bir yargımız olmalı –yargılamamız değil- ve yaşamı anlarken bu yargımızı kullanmalıyız. Çocuğumuzu büyütürken, işimizi yaparken, oyumuzu kullanırken.. Bugün yargımız olmazsa; gelecekte yargımız olma hakkını tamamen kaybedeceğiz.

O yüzden, canımız acısa da tartışmamız gerekiyor; tartışırken de canımızın acıdığını asla unutmamalıyız.

- Israil’i suçsuz bulmamız imkansız, motivasyonları ne kadar haklı olursa olsun; son 15 günde yaptıkları –Kızılhaç’ın tanıklığı bile yeter- Israil’i suçlu bulmamız için yeterli. Buna ses çıkarmayan İsraillileri ya da varsa küresel Yahudi uzlaşmasını da suçlayabiliriz, çünkü bu acıları en iyi onları bilmesi gerekiyor.

- Hamas’ı suçlamamız gerekiyor, kendi halkını bu denli acı çekmeye itecek bir siyasal körlük içinde olduklarından dolayı. İktidarda oldukları her günü vatandaşlarının yaşamını iyileştirmek yerine arkaik bir ideolojiyi yeniden üretmeye harcadıkları için. Güçsüzlüğün de güç olabildiğini görebilmek için çocukların ölmesini bekledikleri –ve belki de istedikleri için-…

Öte yandan El-Fetih’in yağmacılığını ve Filistinlilerde yarattığı tiksinme duygusunu ne yapacağız? 1993 sonrasında ülkeye gelen fonları kendi ceplerine aktarmaları ve gerillalardan takım elbiseli soygunculara dönüşmeleri unutulabilir mi? Onların Filistinlilere karşı duyarsızlığı Hamas gibi bir siyasi ucubenin yolunu açmadı mı? Hamas’ın mutlak kötülüğü, El-Fetih’i “iyi” yapıyor mu?

Ortadoğu’nun despotik kuklalarını ne yapacağız? Yıllarca petrolden kazandıkları paraları görgüsüz zenginliklerine akıtırken Filistinlileri asla kendilerinden saymadıklarını göz ardı edebilir miyiz? Dubai’de petrol paralarıyla adalar yapılır ve kuleler yükselirken; her doğan Filistinli açlık ve yokluk içerisinde ölmeye mahkumdu. Herhangi bir Arap işbirliği duyduk mu Filistin’e yardımı hedefleyen? Yoksa onlar da mı kendi ülkelerinde Hamas türü bir reaksiyondan korktukları için El-Fetih’i mi tercih ediyorlar? Reel politik açıdan despotik kuklalar iyidir El Fetih, El Fetih iyidir Hamas denklemi kurmak mı mümkün?

Üzerine kurulduğu değerlerin savunulmasını Sarkozy’ye bırakan Avrupa Birliği’yle iki başkan arasında bi-namaz ABD’yi de bir kenara bırakmamız gerekiyor o zaman; reel politik çıkarlarını bebeklerin yaşamına tercih ettikleri için…

Bütün bu çirkeflikler içerisinde, biraz acul da olsa; gereğinden fazla göz yaşına bulanmış da olsa, Filistinliler için gerçekten üzülen bir halkın hükümetinin çıkışlarını mı eleştirmemiz gerekiyor? Çıkışlar basiretsiz, girişimler sonuçsuz kalsa da, Cumartesi günü akan gözyaşlarının gerçek olduğunu nasıl yok sayabiliriz ki?

Hükümetin girişimleri eksik/başarısız/yetersiz olabilir; tarihe göndermeler yapay kalabilir, ancak hepimizin yaşadığı üzüntüyü uluslar arası alana taşıdığı yadsınabilir mi?

Hiçbir akrep ve yelkovanın doğruyu göstermediği bu saatte; en azından Türkiye acı duyduğunu göstererek onurunu korumuş sayılmaz mı?

Reel politik ne kadar gerçek olursa olsun; ben bu süreçten namusuyla çıkmanın daha önemli olduğuna inananlardanım…
Gazze’den Soframıza…(Ocak 2009)


Yüksek tansiyonlu bir yıl olan 2008, bizleri gelecekten pek de umutlu kılmayacak bir biçimde sona erdi. Ucunun nereye varacağı belirsiz küresel mali kriz yılbaşı keyfini gözle görülebilecek kadar azaltırken; Gazze’de yaşananlar medyanın da katkılarıyla beraber vicdan sahiplerinin canını acıtmaktan geri kalmadı.

Gazze sorununa ak saçlıların gerçekçi dış politika perspektifinden değil de, “ya ben de orada olsaydım”, “o bebek benim bebeğim olsaydı” gibi ilk bakışta duygusal gelen ama gerçek bir insancıl bakış açısıyla baktığımızda; insanoğlunun kendi düşünceleriyle inşa ettiği dünyanın kendisi için ne kadar öldürücü olabildiğini görebiliyoruz. Tıpkı dünyadaki canlılar arasında depremlerde kendi yaptığı yuvasının altında kalıp ölebilen tek canlı türü olduğumuz gibi haricimizdeki dünyayı anlamak için geliştirdiğimiz paradigmalar da hariçtekiler ve bizim için öldürücü olabiliyor.

ARI Hareketi üyelerinden Oğuz Alyanak’ın bahsettiği gibi (Radikal, 2/1/2009) başta Huntington olmak üzere gerçekçi dış politika savunucularının düşmanca dünya tasviri; İsrail gibi “ötekinden korkmak” konusunda haklı gerekçelere sahip bir ülkeyi, Faustvari bir dönüşüme itip “ötekinin ölümü” haline getiriyor. Muhtemelen İsrailli politikacılar sonucun süreci haklı çıkardığını düşünüp bebek ölümlerini bir muhasebe sorunu olarak görmeye çalışıyorlardır.

Bu tür bir gerçekçi körlük dünya kamuoyunu yaşananlara karşı katlanılmaz bir mühendis duyarsızlığına iterken, genelde hal ve tavrından şikâyetçi olduğumuz ülkemiz belki de tek onurlu çıkışı yaptı. Siyasi iktidarın diplomatik ataklarından çok, hemen her sofrada yenilen yemeğin boğaza takılmasıyla yaşanan kolektif empati duygusuna odaklanmalıyız bu nedenle. Her ne kadar Filistin sorununa Arap ülkelerine kıyasla biraz mesafeli yaklaşan bir toplum olsak da son yaşananlara vicdani tepki verebilme konusunda benzersiz bir rolümüz oldu.

Dış politikayı gerçekçi araçlara yürütenlerin dünyamızı ne hale getirdiklerini gördük. Belki de sıra dünyayı vicdanıyla algılayanlara gelmeli. Belki de, bu ülkenin çıkış yolu toplumsal mühendislikte değil; komşusu açken tok yatamayan vicdanlı insanların gelecek rüyalarında. Belki de sıra yalnız ve güzel ülkemizin insancıl güzelliğini yeniden keşfetmeye çalışmakta…