Türk Halkı Obama'yı Destekliyor
Hülya Polat Washington19/03/2009
Türk halkı, Başkan Obama’yı destekliyor. İstanbul’daki İnfakto Araştırma Grubu’nca yapılan ankete göre, Türk halkının yüzde 57’si Obama'ya güveniyor. Hülya Polat araştırmayı yapan Infakto grubunun kurucusu ve başkanı Emre Erdoğan’la konuştu.Hülya Polat'ın söyleşisini sağ üst köşedeki bağlantıdan dinleyebilirsiniz.
http://www.voanews.com/mediaassets/turkish/2009_03/audio/Mp3/Copy%20of%20OBAMA%20ANKET%20EMRE%20ERDOGAN%20for%20web_1.Mp3
http://www.voanews.com/turkish/figleaf/mp3filegenerate.cfm?filepath=http://www.voanews.com/mediaassets/turkish/2009_03/audio/Mp3/Copy of OBAMA ANKET EMRE ERDOGAN for web_1.Mp3
Saturday, March 21, 2009
Yerel Seçimler Sonrasında Türkiye
Şu ana kadar gidişat 29 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerin Türkiye için bir dönüm noktası olamayacağının ipuçlarını veriyor. Siyasi yelpazenin iki egemen partisi arasındaki bilindik retorik atışma, ülkenin kayda değer çoğunluğunun talep ettiği değişimden çok; mevcut siyasi kilitlenmenin pekişmesinin bir işareti olarak algılanmalı.
Oysa yerel seçimler çok farklı bir rol oynayabilirdi. Yerel yönetimden kastın sadece çöp toplamak, yol yapmak ya da yeri geldiğinde sadaka dağıtmak olmadığını göstermek için benzersiz bir fırsat makro siyasetin rutin dalgalanmaları arasında kaybolup gidecek. Özellikle siyasetten dışlanan kadınlar ve gençler için yerel yönetimlerde deneyim kazanmak bu kesimlerin siyasete mesafeli duruşunu değiştirebilirdi. Yerel Yönetimler yasasının sağladığı katılımcılık mekanizmalarını harekete geçirmek, yönetişimi moda bir kavram olmaktan çıkarabilirdi.
Şeffaflık prensibinin pratik uygulamaları bu ülkede saklısı gizlisi olmadan da hizmet verilebileceğini gösterebilirdi. Sosyal devletin nasıl çalışabileceğini gösteren uygulamalar, önümüzdeki dönemde vatandaşımızı korumanın en iyi yolunun sadaka vermek olmadığına bir kanıt olabilirdi. İmar planlarının katılımcı, şeffaf ve denetlenebilir şekilde değiştirilmesi, imar rantının hemşerilerle paylaşımı Türkiye için bir model oluşturabilirdi.
Ne yazık ki yerel yönetim için yaşanan kıran kırana rekabet saydığımız bu eksenlerden ziyade belirsiz bir rantın paylaşılması üzerinden gerçekleşiyor. Küresel krizin ve artık elle tutulur hale gelen durgunluğun çerçevelediği bir ortamda, seçmenlerimiz yukarıdaki vaatleri ne kadar benimserdi o başka bir tartışma konusu. Ama 3000’e yakın belediyeden sadece bir tanesi bile “değiştirebileceğimizi” gösterebilseydi; ülkemiz 10 yıl sonra çok farklı bir ülke olurdu.
Son bir not olarak müstakbel siyasi girişimcilerin girişimlerini seçim sonrasına ertelemeleri yeni rüzgarların gemimizi sağlam limanlara götürme umudunun ne kadar zayıf olduğunu göstermekte. Hiç maç yapmayacaksanız, bu kadar antrenman ne işe yarar ki?
ARI BÜLTEN, ŞUBAT'09
Şu ana kadar gidişat 29 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerin Türkiye için bir dönüm noktası olamayacağının ipuçlarını veriyor. Siyasi yelpazenin iki egemen partisi arasındaki bilindik retorik atışma, ülkenin kayda değer çoğunluğunun talep ettiği değişimden çok; mevcut siyasi kilitlenmenin pekişmesinin bir işareti olarak algılanmalı.
Oysa yerel seçimler çok farklı bir rol oynayabilirdi. Yerel yönetimden kastın sadece çöp toplamak, yol yapmak ya da yeri geldiğinde sadaka dağıtmak olmadığını göstermek için benzersiz bir fırsat makro siyasetin rutin dalgalanmaları arasında kaybolup gidecek. Özellikle siyasetten dışlanan kadınlar ve gençler için yerel yönetimlerde deneyim kazanmak bu kesimlerin siyasete mesafeli duruşunu değiştirebilirdi. Yerel Yönetimler yasasının sağladığı katılımcılık mekanizmalarını harekete geçirmek, yönetişimi moda bir kavram olmaktan çıkarabilirdi.
Şeffaflık prensibinin pratik uygulamaları bu ülkede saklısı gizlisi olmadan da hizmet verilebileceğini gösterebilirdi. Sosyal devletin nasıl çalışabileceğini gösteren uygulamalar, önümüzdeki dönemde vatandaşımızı korumanın en iyi yolunun sadaka vermek olmadığına bir kanıt olabilirdi. İmar planlarının katılımcı, şeffaf ve denetlenebilir şekilde değiştirilmesi, imar rantının hemşerilerle paylaşımı Türkiye için bir model oluşturabilirdi.
Ne yazık ki yerel yönetim için yaşanan kıran kırana rekabet saydığımız bu eksenlerden ziyade belirsiz bir rantın paylaşılması üzerinden gerçekleşiyor. Küresel krizin ve artık elle tutulur hale gelen durgunluğun çerçevelediği bir ortamda, seçmenlerimiz yukarıdaki vaatleri ne kadar benimserdi o başka bir tartışma konusu. Ama 3000’e yakın belediyeden sadece bir tanesi bile “değiştirebileceğimizi” gösterebilseydi; ülkemiz 10 yıl sonra çok farklı bir ülke olurdu.
Son bir not olarak müstakbel siyasi girişimcilerin girişimlerini seçim sonrasına ertelemeleri yeni rüzgarların gemimizi sağlam limanlara götürme umudunun ne kadar zayıf olduğunu göstermekte. Hiç maç yapmayacaksanız, bu kadar antrenman ne işe yarar ki?
ARI BÜLTEN, ŞUBAT'09
Dücane Cündioğlu'nun "Şöhret Halkın Zannıdır" yazısından alıntı... Hep hatırlayayım diye..
“Haysiyet, kişinin kendisine verdiği değerden ibarettir.
İtibar, bir kişinin değerli/seçkin kimseler veya çevreler (=havass) nezdindeki değeridir. Her itibar, bir itibar edeni (mutebir) gerektirir. “İtibar eden” yoksa, itibar da yoktur, muteber de. Yani muteber olanın itibarı sadece kendisine değil, başkalarına da bağlıdır. Başkalarının sağladığı itibar azalabilir de, çoğalabilir de. Kaybedilebilir de, tekrar kazanılabilir de.
Şöhret’e gelince, o, bir kişinin geniş kitleler (=avâm) nezdindeki değeridir. İtibar gibi şöhretin de varlığı başkalarını gerektirir. Şöhrette genişlik vardır, itibarda derinlik. Muteber, görüşlerine değer verilenler nezdinde değerlidir; yani sayıca az olan seçkinler nezdinde. Meşhur ise, şöhretini neredeyse adına ‘herkes’ denilebilecek denli geniş bir kitleye borçludur.
İtibar ile şöhret bir terazinin iki kefesi gibidir. Biri yükselirken, diğeri alçalır. Muteber kişinin şöhreti arttıkça itibarı azalır. İtibarı arttıkça da şöhreti…
Ortak yönleri, şöhretin de itibarın da her hâlukârda başkalarının bağışladığı bir vasıf olmasıdır. Meşhursan başkalarının sayesinde, sayıları çok (avâm) da olsa mutlaka başkalarının nezdinde değerlisin demektir. Mutebersen, yine başkalarının sayesinde, sayıları az (havass) da olsa muhakkak başkalarının nezdinde… Lâkin haysiyetliysen, haysiyet sahibiysen, sadece kendin sayesinde ve tabii ki sadece kendi nezdinde…”
Ey talib, unutma ki itibar da, şöhret de başkalarına borçlanmak demektir. Şöhrete ve meşhura değer verme! Şöhret değersizlerin değersizler nezdindeki değeridir. Riayet edilecek bir ahlâkı da, âdabı da yoktur. Kolay gelir, kolay gider. (Yunanca ‘doxa’, episteme’nin –kesin bilgi’nin– zıddı olup hem zan, hem de şöhret anlamına gelir.)
Şöhret halkın zannıdır. Zannın ise gerçek bir değeri yoktur!
İtibar ise öyle değildir; hiç değilse o, değerlilerin değerliler nezdindeki değeridir. İtibarı şöhrete tercih et. Edebli olan (=kurallara riayet eden) kazanır. Çünkü adâbı vardır. Bu yüzden zor gelir, kolay gider. (’İtibar’ın iş hayatındaki karşılığı ‘marka’dır.)
Sen ’sen’ ol ey talib, şöhret için de, itibar için de haysiyetini terketme! Başkalarının sana vereceği değeri gözeterek, kendi nezdindeki değerinden vazgeçme! Haysiyet sahibi olmak, ahlâk sahibi olmak demektir. Çünkü herkes haysiyeti kadarıyla ahlâk sahibidir. Bu yüzden o zor gelir, zor gider.
Halkın zannını boşver, sen de ehlinin görüşüne değer ver! Lâkin ‘Adem’ isen, ‘âdem’ olacaksan, değerini kendine önce kendin ver!
“Haysiyet, kişinin kendisine verdiği değerden ibarettir.
İtibar, bir kişinin değerli/seçkin kimseler veya çevreler (=havass) nezdindeki değeridir. Her itibar, bir itibar edeni (mutebir) gerektirir. “İtibar eden” yoksa, itibar da yoktur, muteber de. Yani muteber olanın itibarı sadece kendisine değil, başkalarına da bağlıdır. Başkalarının sağladığı itibar azalabilir de, çoğalabilir de. Kaybedilebilir de, tekrar kazanılabilir de.
Şöhret’e gelince, o, bir kişinin geniş kitleler (=avâm) nezdindeki değeridir. İtibar gibi şöhretin de varlığı başkalarını gerektirir. Şöhrette genişlik vardır, itibarda derinlik. Muteber, görüşlerine değer verilenler nezdinde değerlidir; yani sayıca az olan seçkinler nezdinde. Meşhur ise, şöhretini neredeyse adına ‘herkes’ denilebilecek denli geniş bir kitleye borçludur.
İtibar ile şöhret bir terazinin iki kefesi gibidir. Biri yükselirken, diğeri alçalır. Muteber kişinin şöhreti arttıkça itibarı azalır. İtibarı arttıkça da şöhreti…
Ortak yönleri, şöhretin de itibarın da her hâlukârda başkalarının bağışladığı bir vasıf olmasıdır. Meşhursan başkalarının sayesinde, sayıları çok (avâm) da olsa mutlaka başkalarının nezdinde değerlisin demektir. Mutebersen, yine başkalarının sayesinde, sayıları az (havass) da olsa muhakkak başkalarının nezdinde… Lâkin haysiyetliysen, haysiyet sahibiysen, sadece kendin sayesinde ve tabii ki sadece kendi nezdinde…”
Ey talib, unutma ki itibar da, şöhret de başkalarına borçlanmak demektir. Şöhrete ve meşhura değer verme! Şöhret değersizlerin değersizler nezdindeki değeridir. Riayet edilecek bir ahlâkı da, âdabı da yoktur. Kolay gelir, kolay gider. (Yunanca ‘doxa’, episteme’nin –kesin bilgi’nin– zıddı olup hem zan, hem de şöhret anlamına gelir.)
Şöhret halkın zannıdır. Zannın ise gerçek bir değeri yoktur!
İtibar ise öyle değildir; hiç değilse o, değerlilerin değerliler nezdindeki değeridir. İtibarı şöhrete tercih et. Edebli olan (=kurallara riayet eden) kazanır. Çünkü adâbı vardır. Bu yüzden zor gelir, kolay gider. (’İtibar’ın iş hayatındaki karşılığı ‘marka’dır.)
Sen ’sen’ ol ey talib, şöhret için de, itibar için de haysiyetini terketme! Başkalarının sana vereceği değeri gözeterek, kendi nezdindeki değerinden vazgeçme! Haysiyet sahibi olmak, ahlâk sahibi olmak demektir. Çünkü herkes haysiyeti kadarıyla ahlâk sahibidir. Bu yüzden o zor gelir, zor gider.
Halkın zannını boşver, sen de ehlinin görüşüne değer ver! Lâkin ‘Adem’ isen, ‘âdem’ olacaksan, değerini kendine önce kendin ver!
Subscribe to:
Posts (Atom)