Sunday, January 14, 2007

Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" tezinin sadece bir kuramsal tartışmanın ötesine geçtiği ve George Kennan'ın Soğuk Savaşla ilgili makalesi kadar etkili olacağı açık gibi gözüküyor. Ama bütün suçu Huntington'ın üzerine atmadan önce makalenin esas temel sorusunu ve ortaya atıldığı dönemi de gözönünde tutmak gerekir bence.
Makale Foreign Affairs'de ilk yayınlandığında Soğuk Savaş sona ermişti ve insanlar dünyayı yorumlamalarına yardımcı olacak bir araç -Kuhn'cu anlamda bir paradigma- aramaktaydılar. Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" yaklaşımı ne yazık ki Birinci Körfez Savaşı, Yugoslavya'nın parçalanması ve Gorbaçov'a karşı düzenlenen darbe nedeniyle işlevini yitirmişti. O aşamada Huntingon bir paradigma önerisi olarak bu makaleyi gündeme getirdi. O yaz Foreign Affairs'de yayınlanan bir dizi yazı arasındna Huntington'ın ikinci yazısı, "Eğer Medeniyetler Çatışması değilse ne?" başlığı taşımaktaydı ve tartışanlardan "daha iyi bir paradigma" önermelerini istemekteydi. Kuhn'cu ve sonrasındaki dönemde paradigmaların gücü soruları yanıtlayabilmeleriyle ölçülür ve Huntington kendi paradigmasının o anda dünyada yaşanan sorunları iyi açıkladığını öne sürmekteydi.
Gerçekten de o günden bugüne daha iyi bir paradigma öneren de olmadı...
Öte yandan Huntington'ın paradigması belki de kendini ispatlayan kahinliğe dönüştü çünkü özellikle de ABD dış politika yapıcıları bu paradigmayı olduğundan da fazla ciddiye almışa benzerler. Bir paradigmayı benimsemek, olayları onun gözlüğünden bakmayı gerektirir ve bir süre sonra da gözlük taktığınızı unutabilirsiniz, tıpkı Neo-conlar gibi...
Yakın geçmişte Fransa'da yaşananlar ya da Karikatür krizi de Huntington'ın gözlüğünden bakıldığında açıklanabilir gözüküyor. Huntington makalesinde bazı kültürlerin demokrasiyle uyumsuz olduğunu söylemekteydi. Ona göre demokrasinin gereksinimleri olan bazı değerler bu kültürlerde namevcuttu ve gelecek dönemde de bu nedenle çatışmalar çıkması kaçınılmazdı...
Huntington makalesini takiben bir çok siyaset bilimci onun öngörülerini doğrular ya da öncüllerini kanıtlar çalışmalar yaptılar. Gerçekten de bu çalışmalara bakıldığında müslüman toplumların demokrat olmadığı görülmekteydi... Eğer Freedom House'un demokrasi ve özgürlükler endekslerine ya da POLITY 4 çalışmasına bakarsanız müslüman ülkelerin çoğunluğunun demokrasiden uzak olduğunu görürsünüz... Bu da demokrasi müslüman toplumlarda yeşerir mi sorusuna olumsuz bir yanıt vermektedir elbette...
Huntington ve takipçilerine bir grup siyaset bilimci de itiraz etti... En anlamlı itirazları iki ana başlık altında toplayabiliriz:
1) Kurumsalcı Yaklaşım: Özellikle de UCSD'de konumlanmış, Center for Democracy çerçevesinde çalışan ve yayınlarına Journal of Democracy'den ulaşabileceğiniz bu kadro bir ülkede demokrasiyi sürdürülebilir kılanın dinin ötesinde bir çok kurumsal faktör olduğunu, iyi bir demokrasinin kökenini iyi kurumlardan alması gerektiğini söylemektedir...
2) Bireysel Değerler Yaklaşımı: Dünya Değerler Araştırması'nın kaptanı Ingelhart'ın önderliğini yaptığı bu grup ise ülkeler arası farklılıklar olsa bile bireylerarası farklılıkların sınırlı olduğu, medeniyetler arası farklılıklar olsa bile bu farklılıkların demokrasi ya da benzeri değerlerde değil; kadın ve dinin siyasal yaşamdaki rolü gibi konularda olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca farkların asla kapatılamaz olduğunu öne süren Huntington'cı yaklaşımın tam aksine ekonomik gelişme ve diğer faktörlerle bu farkların kapatılabileceği belirtilmektedir. www.worldvalues.org websitesinden Michigan merkezli bu grubun önde gelen çalışmalarına ulaşılabilir...
Her ne kadar bu çalışmalar Huntington'ın mantıksal öncüllerinin altını oymaktaysa da, yeni bir paradigma önerisi henüz ortada gözükmemektedir... Medeniyetler Diyalogu olsa olsa bir alternatif siyasal proje olabilir ancak paradigma olarak değeri ne yazık ki yoktur. Ne Bosna, ne Irak ne de 11 Eylül sonrasını siz bu diyalog paradigmasıyla açıklayamazsınız...
Bu aşamada ben, erken bir ölümle kaybettiğimiz Stefanos Yerasimos hocanın 1995'te verdiği bir seminerde sunduğu ancak bildiğim kadarıyla makaleleştirmeye vakit bulamadığı "geçişkenlik paradigması"nı üzerinde tartışmaya değer buluyorum... Bu paradigmaya göre
1) Medeniyetler arası farklılıklar vardır
2) Medeniyetler arası farklılıklar 1-0 ya da siyah-beyaz gibi gözlenemez.
3) Medeniyetler arasında geçiş bölgeleri vardır ve bu geçiş bölgelerinde farklı medeniyetlerin birarada varolabildiği, hatta bundan da ileri giderek birbirlerinden etkilenebildiği görülmektedir.
Yerasimos hocaya göre bu geçiş bölgeleri arasında Balkanlar, Anadolu, Rusya'nın batısı, Orta Amerika, Pakistan gibi bölgeler gelmektedir. Bu bölgelerin en önemli özellikleri kendilerine özgün bir sentez arayışını gerçekleştirmiş olmalarıdır.
Bu çerçeveden bakıldığında medeniyetler arası çatışmaların varlığını, medeniyetler arasında uzlaşmak farklılıklar yerine başka bir faktörle açıklamak mümkündür: Geçiş bölgelerine medeniyetler çatışması gözlükleriyle bakıp dinsel ayrımları empoze etmeye çalışmanın bir sonucu olabilir. Yüzyıllarca bir arada yaşamış Balkanların ulus-devletin (ki oradaki ulus devletlerin yegane ortak paydası dinsel farklılıklardır) doğmasıyla parçalanması ve Bosna'da gelinen nokta, Yerasimos'un açıklamasına iyi bir örnektir.
Aynı şeyin Irak'ta yaşanılmasını açıkça bekliyorum. Bir şekilde arap sünni-kürt-türkmen-şii bir arada yaşayabilecek insanların medeniyetler çatışması perspektifiyle din bazlı uzlaşmaz ve kesişmez kamplara ayrılmasının bu kamplar arasında silahlı bir çatışmaya dönüşmesini her an bekleyebiliriz. Her ne kadar bu çatışmanın doğması Huntington'ı doğruluyor gibi gözükse de, Huntington'cı bakış açısının bu çatışmaları doğurmuş olma olasılığı da gözardı edilmemeleridir...

No comments: