Tuesday, February 10, 2009

Gazze'nin Düşündürdükleri (Aralık 2009)

Gördüğüm kadarıyla savaş sadece Gazze’nin sokaklarında değil, başta Türkiye olmak üzere üçüncü ülkelerin medyasında da yaşanıyor. Türk medyasının şiddet ve kana düşkünlüğünü kanıksamaya başlamıştım ama bu son 15 günde yapılan şiddet pornografisinin düzeyi sosyal psikologları kaygıya boğmalı bence. İçimizdeki mazoşist bireyi bile rahatsız edecek derecede bir görsel kirlenme televizyonlardan ve gazetelerden üzerime fışkırıyor ve akl-ı selime yer bırakmıyor.

Gazze’de yaşananlardan dolayı üzülmemem ya da realist dış politika hesapları arasında bebekleri yok sayılabilir elemanlar varsaymam mümkün değil. Gördüğüm her bebek/çocuk/kadın fotoğrafı içimden bir şey kopartıyor ve Gazze’de olanlara arkamı dönmeme yol açıyor. Bir yandan da düşünüyorum bir çok yerde bu konuda derin bir sessizlik olmasının nedeni bu çamur yağmurunun altında gözlerini kapalı tutma çabası mı? Farklı görüşlere ve yanlışlanmaya önem veren bireyler olarak konu üzerinde düşünürken acaba İsrail’i haklı çıkaracak bir cümle kurabilme olasılığını mı kendimize yediremiyoruz? Gördüğümüz bebek cesetleri mi bizi genel geçer bilgiyi ve ülkemizdeki hamaseti sorgulamaktan uzak tutuyor bizi?

Büyük olasılıkla yaşanan acıların büyüklüğü ve neredeyse elle tutulabilirliği konuyu söylem-tartışma dışı bir yere oturtuyor. Oysa acı çekebilmek, empati duyabilmek ve tartışabilmek aynı vücutta yer alabilmeliydi.

Defalarca bu konuda bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm, defalarca da yeşil emzikli bir bebek cesedi geldi gözümün önüne ve yazamadım. Yazmak/düşünmek sorgulamaktır ve kendinizi birden ruhsuz reel politika uzmanlarınızdan biri olarak bulabilirsiniz. Örneğin Newsweek (Türkçe) bu sayısında Gazze’yi tartışıyor ama sivil hedeflere saldırı konusunda tek bir cümle bulamıyorsunuz koca dergide… Ya, ölen çocuklardan/kadınlardan bahsetmeden Gazze’den bahsetmek nasıl mümkün? Irak’tan, Afganistan’dan, Güngören’den ya da Diyarbakır’dan nasıl ölen çocukları yok sayarak bahsedebilirsiniz ki?

Eğer bireylerin –Flanders tarlalarındaki gelincikler gibi- bir bomba ya da kurşunla henüz yaşanmadan sona eren yaşamlarını denklem dışında tutarsanız, nasıl anlayabilirsiniz ki?

İşte biz sıradan vatandaşların bugünlerde kendilerini buldukları açmaz bu: Kalbinin/vicdanının sesini dinleyip yargıya varmak ve sorgulamamak; ya da dış siyaset uzmanlarının ak saçlı ruhsuzluğuna bürünüp reel politika tartışmak…

Ben ikisinin arasında bir yer olması gerektiğine inanıyorum. Ne medyanın bize ilettiği/iletmeyi tercih ettiği görüntüler yargılarımızda son sözü söylemeli; ne de reel politikin ucuz hesapları… Bir şekilde kendi düşünsel yolumuzu bulabilmemiz ve vicdan rahatlığıyla bir karar varmamız gerekiyor.

Karara vermemiz gerekiyor çünkü bugün kararsız olmak en büyük günah… Gazze’de olanlar hakkında bir yargımız olmalı –yargılamamız değil- ve yaşamı anlarken bu yargımızı kullanmalıyız. Çocuğumuzu büyütürken, işimizi yaparken, oyumuzu kullanırken.. Bugün yargımız olmazsa; gelecekte yargımız olma hakkını tamamen kaybedeceğiz.

O yüzden, canımız acısa da tartışmamız gerekiyor; tartışırken de canımızın acıdığını asla unutmamalıyız.

- Israil’i suçsuz bulmamız imkansız, motivasyonları ne kadar haklı olursa olsun; son 15 günde yaptıkları –Kızılhaç’ın tanıklığı bile yeter- Israil’i suçlu bulmamız için yeterli. Buna ses çıkarmayan İsraillileri ya da varsa küresel Yahudi uzlaşmasını da suçlayabiliriz, çünkü bu acıları en iyi onları bilmesi gerekiyor.

- Hamas’ı suçlamamız gerekiyor, kendi halkını bu denli acı çekmeye itecek bir siyasal körlük içinde olduklarından dolayı. İktidarda oldukları her günü vatandaşlarının yaşamını iyileştirmek yerine arkaik bir ideolojiyi yeniden üretmeye harcadıkları için. Güçsüzlüğün de güç olabildiğini görebilmek için çocukların ölmesini bekledikleri –ve belki de istedikleri için-…

Öte yandan El-Fetih’in yağmacılığını ve Filistinlilerde yarattığı tiksinme duygusunu ne yapacağız? 1993 sonrasında ülkeye gelen fonları kendi ceplerine aktarmaları ve gerillalardan takım elbiseli soygunculara dönüşmeleri unutulabilir mi? Onların Filistinlilere karşı duyarsızlığı Hamas gibi bir siyasi ucubenin yolunu açmadı mı? Hamas’ın mutlak kötülüğü, El-Fetih’i “iyi” yapıyor mu?

Ortadoğu’nun despotik kuklalarını ne yapacağız? Yıllarca petrolden kazandıkları paraları görgüsüz zenginliklerine akıtırken Filistinlileri asla kendilerinden saymadıklarını göz ardı edebilir miyiz? Dubai’de petrol paralarıyla adalar yapılır ve kuleler yükselirken; her doğan Filistinli açlık ve yokluk içerisinde ölmeye mahkumdu. Herhangi bir Arap işbirliği duyduk mu Filistin’e yardımı hedefleyen? Yoksa onlar da mı kendi ülkelerinde Hamas türü bir reaksiyondan korktukları için El-Fetih’i mi tercih ediyorlar? Reel politik açıdan despotik kuklalar iyidir El Fetih, El Fetih iyidir Hamas denklemi kurmak mı mümkün?

Üzerine kurulduğu değerlerin savunulmasını Sarkozy’ye bırakan Avrupa Birliği’yle iki başkan arasında bi-namaz ABD’yi de bir kenara bırakmamız gerekiyor o zaman; reel politik çıkarlarını bebeklerin yaşamına tercih ettikleri için…

Bütün bu çirkeflikler içerisinde, biraz acul da olsa; gereğinden fazla göz yaşına bulanmış da olsa, Filistinliler için gerçekten üzülen bir halkın hükümetinin çıkışlarını mı eleştirmemiz gerekiyor? Çıkışlar basiretsiz, girişimler sonuçsuz kalsa da, Cumartesi günü akan gözyaşlarının gerçek olduğunu nasıl yok sayabiliriz ki?

Hükümetin girişimleri eksik/başarısız/yetersiz olabilir; tarihe göndermeler yapay kalabilir, ancak hepimizin yaşadığı üzüntüyü uluslar arası alana taşıdığı yadsınabilir mi?

Hiçbir akrep ve yelkovanın doğruyu göstermediği bu saatte; en azından Türkiye acı duyduğunu göstererek onurunu korumuş sayılmaz mı?

Reel politik ne kadar gerçek olursa olsun; ben bu süreçten namusuyla çıkmanın daha önemli olduğuna inananlardanım…

No comments: