Sunday, January 14, 2007
Orhan Pamuk'un edebi niteliklerini tartismak beni asar, nacizane Sessiz Ev'den beri Pamuk ne yazarsa okuyan ve neredeyse Attila Ilhan kalitesinde diyebilecegim bir romancinin NOBEL almasindan ancak gurur duyabilirim, salak Isvecliler yeni kesfettiler diye. Ote yandan, Tahsin Yucel'in veciz bir sekilde yillar once belirttigi uzere Turkce hatalari yapan, tempo sorunu olan, kahramanlarinin bazilarinin ikonalar kadar yapay olabilmesine karsin, benim gozumde Orhan Pamuk devremizin edebiyatcilarini tenzih ederek soyluyorum, cagdas Turk romanindan bir iki siklet yukaridadir. Yine de bunu konunun uzmanlari tartissalar daha iyi olur.
Avrupa Birliği, Türk Kamuoyu ve Beklentiler
Uluslararası ilişkiler tartışılırken kamuoyunun görüşlerinin yok sayılması yaygın bir pratik. Ama bugün hükümetler için hem meşruiyet kaynağı olan hem de manevra alanı olan sağlayan sıradan seçmenin dış politika hakkındaki görüşlerini dikkate almamak çok zor. Özellikle de fırtınalı Türkiye-AB ilişkileri söz konusuysa.
1996’dan beri yapılan bütün kamuoyu araştırmaları Türk seçmeninin AB’ye tam üyelik projesini desteklediğini göstermekte: Bir referandumda AB’ye üyelik lehinde oy kullanacağını belirtenlerin oranı 1996’da yüzde 55’ten 2001’de yüzde 74’e yükselmiş, izleyen 5 yıl boyunca 65-74 aralığında dalgalandıktan sonra 2006 Haziranında yüzde 57’ye kadar düşmüş. Yüzde 30’luk muhalefete karşın kamuoyunun yarısından fazlası bu projeyi hala desteklemekte.
Sadece desteğin düzeyini değil, belirleyicilerini de keşfeden kamuoyu araştırmalarına göre Türkiye’de insanların AB’ye olumsuz bakış açılarını belirleyen iki önemli faktör var: Birincisi ülkenin bölünme korkusu ve AB’nin bölücü hareketlere olan desteği; ikincisi ise AB üyesi ülkelerin Türkiye’yi asla üyeliğe kabul etmeyecekleri ön yargısı. Ne zaman dış politikada bu iki motiften biri tetiklense, Türkiye’de AB karşıtlığının yükseldiğini görürüz.
11 Aralık sonrasında yapılacak herhangi bir kamuoyu araştırmasının sonucunu öngörmek ise çok zor değil: Müzakerelerin dondurulma kararı ikinci motife bir mesnet oluşturacak ve AB projesine destek en azından rakamsal olarak düşecek.
Bu dalgalanmalar kamuoyunun hafızasında yer etmese doğal sayılabilirdi; ancak yine araştırmalar gösteriyor ki her dalgalanma seçmenlerin bir kısmını daha Avrupa şüpheci kampa belki de geri dönmemek üzere itmekte. Dış politika flörtlerinin getirileri çok olabilir ancak kutuplaşmış algıları çözmek birden fazla nesle düşen bir sorumluluk olabilir.
Kamuoyu Araştırmaları ve Seçim Sonuçları: Öngörüyle Yönlendirme Arasında...
Neredeyse bir doğa kanunu olarak Türkiye’de siyaset sahnesinin ısındığı dönemler, seçim anketlerinin sayısının artmasıyla kesişirler. Her ne kadar üniversitelerden sivil toplum kuruluşlarına kadar bir çok kurum ülkenin “iklimini” anlamak için düzenli olarak kamuoyu araştırmaları yapsalar da, medyanın ilgisini çeken araştırmalar daha çok seçim sonucunu öngörmeyi amaçlayan araştırmalar olurlar.Bu tür araştırmalarla medya ve politikacılar arasında da bir aşk-nefret ilişkisi yaşanır aynı zamanda. Araştırmanın öngördüğü seçim sonuçlarının “akıla yatmasıyla” ya da herhangi bir siyasi parti liderinin stratejisini doğrudan etkilemesiyle, bu araştırmalar ve araştırmacılar kolaylıkla suçlanabilir, yaftalanabilir ve hatta 2002 genel seçimlerinde yaşandığı üzere mahkemeye verilebilirler. Mahkemenin sonucunu kimse bilmese de, mahkemeye veren liderin seçimi ve koltuğunu kaybettiğini söylemekte elbette ki yarar var.
Geçtiğimiz ay da seçim anketler açısından bereketli bir aydı, birden fazla kurumun yaptığı kamuoyu araştırmalarının sonuçlarının birbirinin ardı sıra açıklanmasına ek olarak Başbakan’ın kendi anketlerinde de oylarının düştüğünü söylemesi, yine dikkatleri bu anketlere çekti. Yayılanan anketlerden birincisi iktidar partisinin oylarının yüzde 20’lerde olduğunu söylerken, Başbakan’ın düştüğünü söylediği oyların ufak bir hesaplaması iktidarın kendi anketinde 2002’den daha fazla oy alma potansiyeli olduğunu göstermekteydi. Bu sonuçların yorumları da, yorumlayanların görüşlerine paralel olarak farklılık gösterdi.
Anket sonuçlarının ne kadar doğru olduğu uzun, üstüne de çok sayıda teknik detaylarla dolu bir süreç. Ne yazık ki ülkemizde kamuoyu araştırmalarının kalitesinin akademik anlamda tartışıldığı bir kurum mevcut değil. Yine de bu araştırmalar için şunu söyleyebiliriz: Henüz çok erken.
Kamuoyu araştırmaları toplumun nabzını tutmak, genel iklimi görebilmek ve temel kırılımları keşfedebilmek için son derece yararlı araçlar. Öte yandan, geçen yıllarda görüldüğü ve bizim de “Türk Kamuoyunun ABD’ye ve Amerikalılara Bakışı” çalışmasında deneyimlediğimiz gibi yeni bir tartışma başlatmak ve politikaları yönlendirmek açısından da siyasetin olmazsa olmaz unsurları.
Ancak bu tür araştırmaları seçim sonuçlarını öngörmeye yönelik yıldız fallarına dönüştürmek çok yanlış. Özellikle de önümüzdeki bir yıl içerisinde siyaset sahnesinin ne kadar değişebileceği gözönünde tutulursa. 2007 yılında yaşanacak bütün gelişmelerin –Kuzey Irak, İran, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, Avrupa Birliği gibi- izdüşümleri tabii ki seçim sonuçlarına yansıyacak. Bu nedenle bugünden yapılan bütün tahminler sadece fikir verici ancak öngörmek açısından en fazla taksi şöförleriyle yapılacak sohbetler kadar bilgi verici kalacaktır.
Türkiye’nin “genç ve dinamik” nüfusuyla tanınan bir ülke, ancak bu konudaki çalışmaların sayısı 1990’ların ikinci yarısına kadar son derece azdı. 1997’de yapılan ve Türk gençliğini anlamayı hedefleyen ilk çalışmanın ismi, bu büyük soru işaretinden esinlenerek “Suskun Kitle Büyüteç Altında” idi. Çok boyutlu saha araştırmasının “ex-post facto” en önemli bulgusu da o tarihte 15-27, bugün 24-36 yaşlarında olan gençlerin “ülke yönetiminde söz sahibi olmasını” istedikleri kişi sorusuna henüz Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan yanıtı vermeleriydi.
ARI Hareketi’nin 1999 yılında IRI işbirliğiyle yürüttüğü “Türk Gençliğinin Siyasal Katılımı” araştırması gençlerin “demir üçgen” adı verilen okul-aile-devlet arasında sıkıştıklarını ve kendilerini ifade etme yeteneklerini kaybettiklerini göstermiş, siyasal ya da sosyal alanda “katılmamanın” Türk gençliğinin en önemli ortak paydası olduğunu da keşfetmişti. 2003 yılında çekilen resim ise daha farklı değildi.
Geçen ay Sabah’ta yayınlanan araştırma da, Türk gençliğinin bugünkü durumu hakkında ilginç sonuçlar veriyor: Gençler en fazla orduya ve üçte birinin dayak yediğini söylediği öğretmenlerine güveniyor. Her üç gençten biri “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok derken”, herhangi bir siyasi görüş sahibi olmayanların da oranı üçte bir. Dünyayla ilgi sorunlara kafa yoranlar ise yine sadece üçte bir. Her iki gençten biri gelecek hakkında kaygılıyken, yüzde 78’i “sevdiklerini kaybetmekten korkuyor”.
Tabii ki, zamanın getirdiği deneyimlerin bu görüşleri değiştirmesi olası. Yine de, bugünün gençlerinin yarının vatandaşları olacağı; bugünün korkularının yarının Türkiye’sinin fay hatlarını oluşturacağını akıldan çıkarmamak gerek.